Header Ads Widget

Nedim Şener’in savunmasının tam metni

İşte Nedim Şener’in savunması


05 Ocak 2012 Perşembe




ISTANBUL 16. AĞIR CEZA MAHKEMESİ SAYIN BAŞKANLIĞI’ NA 2011/14

K O N U : Sözlü ifadem yerine geçmek üzere yazılı ifademin ve tahliye isteğimin sunulmasıdır.


İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/1657 soruşturma sayılı 26.8.2011 günlü iddianamesinde , “.. örgütsel doküman hazırlayarak örgüte yardım ettiği anlaşılmakla “ şeklindeki suçlama nedeniyle TCK 314/2. md. gereğince cezalandırılmam istenerek hakkımda dava açılmıştır.


Öncelikle belirtmek isterim ki bu iddianamede hakkımdaki ;


“ Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün hiyerarşik yapısı içinde bulunmamakla birlikte örgütün amaç ve faaliyetleri doğrultusunda örgütsel doküman hazırlayarak örgüte yardım ettiğime ilişkin SUÇLAMAYI VE BU

SUÇLAMAYI ELDE ETMEYE YÖNELİK EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜNÜN HAKSIZ TESPİTLERİNİ TÜMÜYLE REDDEDİYORUM, KABUL ETMİYORUM.




20 YILDA ULAŞABİLDİĞİM TÜM GERÇEKLERİ 1000’DEN FAZLA HABER VE 10 KİTAPTA YAZDIM. TÜM YAZDIKLARIMI YARGILANDIĞIM 100’E YAKIN MAHKEMEDE SAVUNDUM AMA İLK KEZ YAZMADIĞIM ŞEYLER NEDERİYLE TUTUKLUYUM.


Mahkeme Başkanı Sayın Mehmet Ekinci’nin katıldığı ilk duruşmada söylediği “Olgularla yakıştırmaları ayıracağı” sözüne teşekkür ediyorum. Buna katkım olması amacıyla şunu söylemek istiyorum:


Benim, ‘gazeteci’ olduğum bir olgudur, ‘terörist ya da teröre yardım yataklık ettiğim’ bir yakıştırmadır.” Ve bu yakıştırma tamamen polis kaynaklıdır. Bizde bir söz var; “Şeriatın kestiği parmak acımaz.” diye, günümüzde “Adaletin kestiği parmak acımaz” diye söyleniyor. Evet, adaletin kestiği parmak acımaz

ama polisin kestiği parmak acıyor.


Neden derseniz? Çünkü hakkımdaki suçlamanın başlangıç ve bitiş noktası hep polise dayanıyor. Mesleğinin henüz başında olan iki komiser yardımcısının Savcılığa yazdığı raporlarla kitaplar örgütsel dokümana dönüşüyor, ben hiçbir etkim olmayan kitapların yazımına katkı ve yazarlarını yönlendirmekle suçlanıyorum.


Polis raporları birebir iddianameye dönüşüyor ve durum Türkiye’nin uluslar arası imajında ,“Düşünce ve İfade Özgürlüğüne saldırı” olarak iz bırakıyor. Ve eğitimleri, birikimleri ne olduğu bilinmeyen iki komiser yardımcısının imzalarını taşıyan raporlarla oluşan iddianame ile Türk Mahkemeleri yüz yüze bırakılıyor.


İşte o yüzden Mahkemenizin görevi, tarihidir.


Öncelikle şunu söylemeliyim; hiç kimsenin suç işleme lüksü yoktur. Buna Gazeteciler dahildir. Ve gazeteciler yargılanmaz diye bir şey de söz konusu değildir. Hatta gazeteciler herkesten fazla yargılanır hem mahkemelerde hem de kamuoyunda. Ve gazeteci nasıl ki – halkın bilgi alma hakkı – adına soru

sorabiliyorsa, kendisi de – bu kamu mesleğini yaparken - kendisine sorulan her soruya yanıt verebilmelidir.


Demokrasi, şeffaflık ve hesap verebilirlik rejimi ise gazeteci işe kendisinden başlayıp, meşru çizgiden ayrılmamalıdır.


Ben yirmi yıllık meslek hayatım boyunca hep bu çizgide durdum.


Elbette insan hakları, Anayasa ve yasalar çerçevesinde mesleğimi icra ettim. Ama asıl okuyanların, halkın vicdanında temiz bir şekilde kalmaya çalıştım.


Devlet, mesleğimi yaparken beni 100’ e yakın davada yargıladı. Bu davalardan hiç korkmadım. Yanlış bir şey yapmadığımı biliyordum , hukuka ve adalete inanıyordum. Ve bu davalardan beraat ettim.


Ben hiçbir zaman yargılanmaktan korkmadım. Ama halkın vicdanında yargılanmaktan hep korktum. Çünkü vicdanlarda yargılanarak alacağım ceza utanmaktır.


Bana göre utanmak, utanılacak bir şey yazmak, söylemek ve yapmak en büyük cezadır. Ama ne devletin bugüne kadar açtığı 100’ e yakın davada ne de bu davalarda insanların yüzüne rahatça, utanmadan bakıyorsam gerçeklere ihanet etmeyişimdendir.


Halkın, eşinizin, dostunuzun, çocuğunuzun, meslektaşlarınızın yüzüne utanmadan bakabiliyorsan bu hiç bir gücün önünde boyun eğmeyişimdendir.


Eğer boyun eğseydim. “Kalemini kır ama satama” diyen Sedat Simavi’ den, Abdi İpekçi’ den, Uğur Mumcu’ dan, Hrant Dink’ ten Yaşar Kemal’ den utanırdım.


Sakın ola yanlış anlaşılmasın bu hem suçlu hem güçlü sözündeki gibi suçluların yüzsüzlüğü gibi bir durum değil, haklılığın güçlülüğüdür.


Ve ben şimdi burada güçlülerin adaletini değil, adaletin gücünü görmek istiyorum.


Eşim iddianameyi okurken sekiz yaşımdaki kızım ismimin “terör” kelimesini görünce “Anne babam terörist mi diye sormuş. “Eğer babam teröristse ben babamı desteklemem çünkü terörist adam öldürür” demiş.


Oysa yıllardır “gazetecilik” ten başka bir şey yapmayan benim için üzerinde “Silahlı terör örgütü üyesi” yazılı evraklarla polisi evime gönderen Savcılığın böyle bir ayrıma gitmemesi hayret ve endişe vericidir.


1991 yılından beri muhabir olarak görev yapıyorum. 20 yıllık gazetecilik hayatım süresince amacım sahnenin arkasında neler olup bittiğini, anlatmak, gerçeklerle halkın arasına örülen duvarı yıkmak oldu. Demokrasinin, sağlıklı bir demokrasinin gerçeklerle eşit biçimde erişebilen yurttaşların verecekleri siyasi

kararlarla gelişebileceğine, eşitliğin ve adaletin de yine bu yolla mümkün olabileceğine inandım.


Basın özgürlüğünün de bu ideallerin gerçekleşmesi için olmazsa olmaz koşul olduğunu bilerek görevimi yaptım. 20 yıldan beri terör, terör faaliyeti, örgütlere yardım ve yataklık ile değil, gerçeği sadece gerçeği ortaya çıkarmak için 1000’den fazla haber, 10 kitap yazdım.


1993 yılından beri yazdığım haberler nedeniyle ve bugüne kadar gazetecilik meslek örgütlerinden birçok ödül kazandım.


Ayrıca Uluslararası Basın Enstitüsü tarafından dünyada 60 kişilik “Basın Özgürlüğü Kahramanı” listesine adım girdi. Dünya’da 60 gazetecinin adının bulunduğu bu listede Türkiye’den Abdi İpekçi ve Hrant Dink’in adı bulunmaktadır. Ayrıca Uluslar arası PEN Yazarlar Birliği Ödülü, Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü verildi. Bu ödül Türkiye’de Hrant Dink ve Ragıp Zarakolu’na verilmiştir.


Ancak ne gariptir ki PEN Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü verilen gazeteci Hrant Dink 2007 yılında bir suikast sonucu öldürüldü. Ben Mart 2011’de Ergenekon soruşturması, Ragıp Zarakolu da Ekim 2011’de KCK soruşturması kapsamında tutuklandık.


Yazdıklarım nedeniyle 100’e yakın mahkemede yargılandım. Yüzlerce yıl hapis isteminde, milyon dolarlarca tazminat talebinde bulunuldu. Bedeli ne olursa olsun gerçeği yazdım ve yazdığımı da savundum. Yüzlerce yıl hapis cezası istemiyle yargılandım. Son olarak 20 yıl hapis istemiyle yargılandığım İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davadan beraat ettim. Halen 5 ayrı davadan da yargılanıyorum.


Ama ilk kez hayatımda ilk kez yazmadığım kitaplar için suçlanıyorum.


Hem de fikren ya da madden yanında olmadığım ve karşısında durarak Hrant Dink cinayetindeki rolünün de ortaya çıkması için uğraştığım, bu nedenle de “gizliliği ihlal” iddiasıyla yargılandığım bir örgüte yardım ve

yataklık etmek iddiasıyla 10 aydır tutukluyum.


Bunları anlatmamın nedeni şudur; Ben bugüne kadar hep yazdığım haber ve kitaplardan yargılandım. Ve bu davalarda da yazdıklarımın arkasında durdum ve kendimi savundum. Tamamından da beraat ettim. Ancak hayatımda ilk kez yazmadığım ve herhangi bir katkımın olmadığı kitaplar nedeniyle tutukluyum ve yargılanıyorum.


Ben objektiflikten ayrılmadan halkın bilgi alma hakkı kapsamında her bilgiyi bedeli ne olursa olsun yazan ve bunun için yargılanma dahil her bedeli ödemeye hazır özgür bir gazeteciyim.


Yazdığını savunacak kadar şerefli ve onurluyum.


Ancak yazmadığım ve yazımına herhangi bir katkım olmayan kitaplarla ilgili ortaya atılan iddiaları asla ve asla kabul etmiyorum.


Ben bu davada sözü edilen ne “Nedim”, “Sabri Uzun”, “Hanefi”, ne de “Ulusal Medya 2010” isimli dokümanda bahsedilen kapsamda gazetecilik yapmam ya da yazı yazmam, başkalarının kitabına katkıda bulunmam söz konusu değildir böyle bir fiilim olmamıştır.


Bir gazeteci olarak kimse beni yönlendiremez ve bu güne kadar da yönlendiremedi. Benim gerçekten topluma ulaştırmam için bir başkasının aklına ya da iddia edilen plana ihtiyacım yoktur. Eleştiri yapacaksam da bunu yalnızca gerçekler ve olgular üzerinden yapabilirim.


Hiçbir zaman kimseye karşı siyasi pozisyon almam gazeteciliğimi siyasi düşüncelerle yapmadım. 20 yıllık gazetecilik hayatımda bugünkü siyasetçiler gibi önceki siyasetçilerin de yolsuzluk ve usulsüzlüklerini yazdım.


Olumlu söz ve davranışlarını da naklettim. Ama gerçeği gizleyen kim olursa olsun onları da isim isim yazdım. Bu gün geldi siyasi iktidar gün geldi. Bürokrat gün geldi. İstihbaratçılar ve polisler oldu.


Bu kişilerin konumları ve gücü ne olursa olsun eğer gerçeği gizliyorsa ya da halkın bilmesi gereken fiilin içindelerse bunun bedeli ne olursa olsun yazdım ve söyledim.


Bunu yaparken referanslarım evrensel anlamda İnsan Hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü ilkeleri olmuştur. Ve basın özgürlüğünü de demokrasinin olmazsa olmaz koşulu halkın düşünce ve ifade özgürlüğünün garantisi olarak özümsemişimdir.


Size bir yazarın cümlesinden örnek vermek istiyorum, “İnsanlığın refahına ve güvenliğine en uygun rejim ulusal egemenliğe dayanan rejimdir. Milli egemenliği meclis sağlar, Meclis’in ayakta durması için basın özgürlüğü şarttır. “ Basın özgürlüğü olmayan yerde ne meclis vardır ne de ( Meşrutiyet)”


(Kaynak : Hıfzı Topuz, Özgürlüğe Kurşun Kitabı 2007)


Bu cümleler 6 Nisan 1909’da Galata Köprüsü üzerinde kafasından vurularak öldürülen ilk basın şehidimiz Hasan Fehmi Bey’e aittir.


II. Meşrutiyet’in ilanı ile güya özgürlükler gelmiş ve İttihat ve Terakki İktidarı eleştiriye tahammülsüzlüğünü Hasan Fehmi Bey’in infaz kararın arkasında olarak göstermiştir.


Hasan Fehmi Bey o günkü iktidara yönelik eleştirileri ve gazetesi Serbest’i de yazdığı yolsuzluklar nedeniyle siyasi iktidarın tepkisini çekmiş, aldığı açık tehditlere rağmen gerçekleri yazmaktan korkmamıştır. 6 Nisan 1909’da Galata Köprüsü’nde patlayan tabanca ile başlayan gazetecilerin bedel ödeme, gerçeği yazma uğruna bedel ödeme serüveni tam 98 yıl sonra 4-5 kilometre uzaklıkta Şişli’de Agos Gazetesi önünde Hrant Dink’in başına sıkılan kurşunlarla sürmüştür.


Gerçeği yazma, bedeli ne olursa olsun gerçeği olduğu gibi yazmanın bedeli de maalesef artık hukuk eliyle ödetiliyor. Diğer gazeteci cinayetlerinde olduğu gibi gazetecilerin yazdıkları için hapse atılmasının ardında da devletin içine sızmış ve hukuk sistemini kullanarak adalet duygusunu zehirleyen karanlık güçlerin

parmağı olduğu dünya ve Türkiye’deki vicdanlı insan ve kurumlar tarafından kabul ediliyor. Herkes oynanan oyunun farkında.


Ve şunu biliyorum ki benim bir komplo sonucu tutuklanmam Dink Cinayetini aydınlatma çabalarının kırılması amacıyladır. Ve maalesef devletin imkan ve yetkilerini hukuk sistemini araç olarak kullanan karanlık güçler Türkiye’nin düşünce ve ifade özgürlüğü alanındaki kara lekesi olan Hırant Dink Cinayetinin aydınlanmasını engellemek için ne kadar pervasız olabileceklerini göstermişlerdir. Bu oyunu bozmakta yine bağımsız yargıçlara düşmektedir.


PEKİ NEDEN, NASIL VE KİM?


Benim Hanefi Avcı’nın ve Ahmet Şık’ın kitabının yazımına katkım olduğuna ya da yönlendirmede bulunduğuma dair tek bir tane somut kanıt olmadığı ortadadır.


“Peki burada bulunmamın nedeni ne?” diye bir soru akla gelmiştir.


“Neden?” sorusunun cevabını iki cümle ile yukarıda anlattım. “Nasıl?” sorusunun yanıtını da şimdi anlatayım. “Kim?” sorusunun yanıtını da siz bulacaksınız.


Bu dava kapsamında da ne Hanefi Avcı’nın kitabını ne de Ahmet Şık’ın kitabını yazdım. Ne de bu kitapların yazımına bir katkım olmuştur. Her iki yazarın da söylediği gibi Avcı ve Şık’ı yönlendirmem söz konusu değildir. Ve bunun aksine dosyada tek bir delil ortaya konmamıştır. İddianame benim gazetecilik

geçmişimi dikkate almadan yazılmıştır! Her şey Hanefi Avcı’nın kitabı ile başlayıp Ahmet Şık’ın kitabıyla bitiyor.


Ancak ne maddi(fiziki ya da eylem) ne de manevi(fikren) iddia olunan Ergenekon örgütüyle ilgim ve bağlantım yoktur.Bugüne kadar binlerce haber,100’den fazla köşe yazısı ve 10 adet kitap yazdım. Hiçbirisinde Ergenekon davaları, davayı yürüten adli makamları hedef alan bir görüş ortaya konmamıştır.


Ergenekon örgütü ile bağlantım varmış gibi gösterilmeye çalışılmam ise 06.05.2009’da İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne gönderilen ve gerçek kimliği bilinmeyen ve bugüne kadar sahte bir isim olup olmadığı ne polis ne de adli makamlar tarafından araştırılmayan M. YILMAZ isimli şahıs tarafından gönderilen bir e-posta ile olmuştur.


BU sahte içerikli e-posta benim Hrant Dink cinayeti hakkında yaptığım araştırmam olan “Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları” isimli kitabımı yayınlamamdan ve bu cinayette ihtimali olan polislerin beni mahkemeye

vermesinden kısa bir süre yine bu polislerin görev yaptığı İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün içerisindeki başka bir birimin talebiyle telefonlarım dinlenmeye alınmıştır. Gelişmeleri kronolojik olarak vermem gerekirse

ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır ;


Ocak 2009: “Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları” isimli kitabım yayınlandı. Kitapta MİT, Jandarma ve

polisin cinayetteki ihmalleri isim isim ortaya kondu.


7 Şubat 2009: Emniyet Genel Müdürlüğü, kitabımda polisin ihmalini yazdığım için hakkımda TCK 301’inci

maddeden suç duyurusunda bulundu.


26 Şubat 2009: Dink cinayetinin azmettiricisi olarak yargılanan Trabzon Emniyet Müdürlüğü Yardımcı

İstihbarat Elemanı Erhan Tuncel ile cinayetten hemen sonra konuşan istihbaratçı polis memuru Muhittin Zenit hakkımda suç duyurusunda bulundu.


20 Mart 2009: Dink cinayeti planlandığında Trabzon Emniyet Müdürü olan ve cinayet işlendiğinde de

İstihbarat Dairesi Başkanı olan Ramazan Akyürek hakkımda suç duyurusunda bulundu.


23 Mart 2009: Dink cinayeti planlandığında ve cinayet işlendiğinde bu konudaki tüm ihbar, bilgi, belge

ve raporların toplandığı İstihbarat Dairesi C Şubesi Müdürü olan Ali Fuat Yılmazer hakkımda suç duyurusunda bulundu.


20 Nisan 2009: Hrant Dink öldürüldüğünde katil ve azmettiricilerin yaşadığı Trabzon’un Emniyet İstihbarat Şube Müdürü olan Faruk Sarı hakkımda suç duyurusunda bulundu.


Nisan 2009: İstanbul Özel Yetkili Savcılığı dilekçeler üzerine hakkımda İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 20 yıl hapis istemiyle dava açtı. Ayrıca 2. Sulh Ceza Mahkemesinde de 8 yıl hapis istemiyle dava açıldı.


6 Mayıs 2009: M. YILMAZ isimli şahıs tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne benim Ergenekon ile

ilgili olduğum yalan bilgisiyle bir e-posta göndereni hiçbir araştırmaya tabi tutmadan özel yetkili savcılığı göndererek ev ve cep telefonlarımın dinlenmesini talep etti.


22 Mayıs 2009: Savcılık,talebi İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yolladı. Mahkemede 2008/1692

soruşturma no lu kararıyla dinleme kararı verdi.


20 Ağustos 2009: Savcılığın talebi üzerine İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 3 aylık dinleme uzatma kararı verdi. Soruşturma no 2008 / 1756


22 Kasım 2009: Ev ve cep telefonu dinlemesi kararının süresi bitti.


ODA TV BASKININA KADAR HİÇBİR HUKUKİ İŞLEM YAPILMADI. ERGENEKON’U PROPAGANDA BİRİMİNDE OLDUĞUM YÖNÜNDEKİ İHBAR VE CİNAYET PLANLAYAN BİR ÖRGÜT İLE ANILMAMA RAĞMEN POLİS

DİNLEMEYİ BIRAKIRKEN SAVCILIK AĞIR İDDİALARA RAĞMEN HİÇBİR HUKUKİ GİRİŞİMDE BULUNMADI. 14 ŞUBAT 2011 ODA TV BASKININA KADAR.


14 Şubat 2011: ODA TV baskınında “Hanefi”, “Nedim”, “Sabri Uzun” isimli word dokümanlar bulundu.


24 Şubat 2011: ODA TV’de bulunan dokümanlara dayanarak ev ve cep telefonlarımın dinlenmesi kararı verildi. Kararı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi bu kez 2010 / 857 sayılı soruşturma no su ile verdi.


3 Mart 2011: Silahlı Terör Örgütü üyesi olma iddiasıyla gözaltına alındım.


6 Mart 2011: Tutuklandım.


ERGENEKON SORUŞTURMASINA NASIL DAHİL EDİLDİM ?


Görüldüğü gibi Ergenekon soruşturmasıyla hiçbir ilgim olmamasına rağmen yaptığım araştırma ile Dink Cinayetinde ihmali çıkan polislerin görev yaptığı Emniyet Müdürlüğü’ne gönderilen sahte isimli bir e-mail ile

Ergenekon’la ilişkilendirildim.


Yaptığım araştırmalar nedeniyle doğan husumet sonucu husumet duyan böyle bir operasyona sahte isimli bir e-posta ile dahil edilmiş olmam gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışan gazeteciliğe olduğu kadar Türk Yargı ve hukukuna da yapılmış saldırıdır.


Emniyet teşkilatının hakkımda asılsız ve göndereni belli olmayan e-posta ile , hukuku araç olarak kullandığı açıktır. Çünkü e-postanın gönderilmesinin üzerinden geçen 2 yıl içinde e-postanın içeriğini doğrulayacak tek bir delil bulunmadığı gibi e-postayı gönderenin kim olduğuna dair tek bir araştırma yapılmamıştır. Bu da amacın yalanlarla dolu e-posta aracılığıyla yalnızca ev ve cep telefonumun dinlenmek istendiği ortadadır. Aksi halde içerisinde cinayet hazırlığından söz edilen e-posta hakkında adı geçen herkes için çok daha etkili ve kapsamlı soruşturma yapılması gerekirdi.


Bu yapılmadığı gibi yalnızca benim ev ve cep telefonumun dinlenmesiyle yetinilmiştir. Bu durum bile baştan beri amacın benim telefonlarımın dinlenmesi olduğunu gösteriyor. Oysa cinayet planından söz edilen ve mahkemeye taşınacak kadar ciddiye alınan bir e-postada adı geçen olarak benim ve diğer kişilerin hakkında yalnız telefon dinlemesi talebiyle yetinilmemeli diğer soruşturma teknikleri(fiziki takip v.s) kararları da talep edilmeliydi.


Buna karşın Emniyet Müdürlüğü, yalnızca benim ev ve cep telefonumun dinlenmesi talebiyle yetinmiştir. Benim hakkımda fiziki takip kararı talep etmezken adı geçen birçok kişi hakkında herhangi bir talepte bulunma ihtiyacını da hissetmemiştir.


Bu durum bile bana yaptığım araştırmalar nedeniyle husumet duyan polislerin Ergenekon soruşturmasını kullandığını ve adımı bu operasyona karıştırdıklarını düşündürtmektedir.


Böyle düşünmemin haklı nedenleri vardır. Ama en önemlisi, telefonlarımın dinlenmesine neden olan e-postada adı geçen Açık Toplum Vakfı’ nın başvurusu üzerine iddianameyi hazırlayan Savcı Cihan Kansız’ ın 14.10.2011 tarihli ve 2011/605 savcılık esas numarası taşıyan yazdığı cevabi yazıdır.


Dosyamın eklerinde yer alan ve 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ nin benim ev ve cep telefonlarımın dinlenmesi ile ilgili 22.05.2009 tarihli mahkeme kararında “İletişimin Dinlenmesinin ve Kayda Alınması Talebinin Sebebi”

bölümünde aynen şunlar yazmaktadır:


“ ‘Nedim Şener isimli şahsın iddia edilen Ergenekon Terör Örgütünün propaganda biriminde gizli görevli olduğu, ticari alanda çalışan grupları tehdit amaçlı çalışmalar yaptığı, Uzan Grubu ile ilgili kendisine bilgi

sızdırıldığı, Ergin POYRAZ ve Faruk TURGUT’ un misyonunu üstlendiği, Açık Toplum Vakfının organizesinde Binnaz TOPRAK ve Hakan ALTINAY grubu ile beraber çalışmalar yaptığı, şahsın asıl görevinin Ergenekon davasını destekleyen grupları yıpratma amaçlı çalışmalar yapması ve bu bağlamda savcılık ve emniyet birimleri arasında şantaj ve tehdit amaçlı oluşumları tamamladığı, bu birimin DİNK cinayetine benzer bir cinayet planladığı ve bu cinayet üzerinden bahse konu soruşturmada görev yapan kamu görevlilerini

yıpratarak tasfiye süreci başlatacağı’ şeklinde bilgiler elde edilmiş olup;


Soruşturmanın tam olarak aydınlatılabilmesi ve şüphelilerin tespiti ile suç delillerinin eksiksiz toplanabilmesi, grubun hiyerarşik yapısının deşifre edilerek faaliyetlerinin ortaya çıkarılması ve şüphelilerin suç delilleri ile

birlikte yakalanabilmesinin fiziki takip ve tarassut çalışmaları ile mümkün olmadığından, başka türlü delil elde edilme imkanı bulunmadığı da anlaşıldığından iletişimin dinlenmesine karar verilmesi talep edilmiştir.”


Bu konu basında yer aldıktan sona dinleme kararında adı geçen Açık Toplum Vakfı ve Hakan Altınay vekili Av. Fethiye Çetin, 13.10.2011 tarihinde Özel Yetkili Başsavcılık Vekilliğine bir başvuru yapmıştır. ( Ek Başvuru dilekçesi )


Başvuruda dinleme kararında adı geçen Açık Toplum Vakfı ve Hakan Altınay ile ilgili olarak Ergenekon soruşturması kapsamında ne tür işlemler yapıldığına dair aşağıdaki sorular sorulmuştur ;


“ 1- Müvekkil vakıf hakkında yürütülmekte olan herhangi bir soruşturma

bulunup bulunmadığı,

2- Bir soruşturma yürütülüyor ise 2009 yılından bu yana bu soruşturmanın

neden sonuçlandırılmadığı,

3- Müvekkil vakıf hakkında dinleme kararı bulunup bulunmadığı, bulunuyor

ise bunun süresi ve ne zamandan beri devam ettiği,

4- İletişimin tespiti kararının sonucunda, müvekkil vakıf hakkında bir dava

açılmadığına göre, CMK m. 137/son gereğince tarafımıza bilgi verilmesi

gerektiği halde neden tarafımıza bilgi verilmediği,

5- Müvekkil vakfın faaliyetleri, açık ve yasal çalışmaları “kara propaganda”

olarak nitelendirilmesine ve Nedim Şener’ in dinlenmesi için gerekçi

yapılmış olmasına rağmen bu hususların neden iddianamede yer

almadığı,

6- Müvekkil vakfın faaliyetleri, açık ve yasal çalışmaları “kara

propaganda” olarak nitelendirilmesine ve Nedim Şener’ in dinlenmesi

için gerekçi yapılmış olmasına rağmen bu hususların müvekkil vakıf

hakkında neden yasal işlem yapılmadığı,

7- Müvekkil vakfın kamuya açık ve yasal çalışmalarının kim yada kimler

tarafından “ kara propaganda” olarak nitelendirildiği,


hususlarının yanıtlanması için bilgilerinize sunarız.”


Özel yetkili Savcı Cihan Kansız, bir gün sonra 14.10.2011 günü verdiği yazılı cevapta şunları belirtti:


“İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ ne gelen bir ihbarda sanık Nedim Şener ile bağlantılı olarak Açık Toplum Vakfı ve yöneticisi Hakan Altınay’ ın isimleri geçmiş olmakla birlikte CMK’ nın 250. maddesi ile yetkili Cumhuriyet

Başsavcılığımızca yürütülmekte olan Ergenekon silahlı terör örgütüne yönelik soruşturma kapsamında müvekkiliniz Hakan Altınay ve yöneticisi olduğu Açık Toplum Vakfı ile ilgili herhangi bir teknik takip veya bir soruşturma bulunmamaktadır.” ( EK :1 Savcılık makamının cevabi yazısı)


Görüldüğü gibi 06.05.2009 tarihinde M. YILMAZ sahte ismiyle İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ ne gönderilen ve içerisinde çok vahim iddiaların olduğu ihbar e-mailinde adı geçenlerden NEDENSE yalnızca benim cep ve

ev telefonlarım dinlenmiştir.


GAZETECİLİK ANLAYIŞIM , OBJEKTİF GAZETECİLİĞİ SİYASETLE KARIŞTIRMAMAKTIR.


Savcılık, 20 yıllık gazetecilik çalışmalarımı ,Türkiye ve dünya kamuoyunun meslek kuruluşlarının takip ettiği yazarlık ve gazeteciliğimi yokmuş gibi davranarak dosyada yer verdiği bazı telefon tapeleri ile beni bir gazeteci gibi değil yasadışı oluşumlarla ilgisi olan bir terörist gibi göstermeye çalışmıştır. Oysa ben 1992 yılından beri fiilen gazetecilik yapıyorum. 1994 yılında Milliyet Gazetesine transfer oldum ve el konulan Marmarabank, İmpexbank ve TYT Bank yolsuzluklarıyla ilgili haberler yaptım.


1994 ekonomik krizi sonrası yolsuzluk haberleri konusunda yoğunlaştım. 1996 yılında Susurluk skandalı sonrası kumarhaneler kralı Ömer Lütfü Topal’ın öldürülmesi sonrası bu kişinin vergi kaçakçılığı haberlerini yaptım. Aynı şekilde kumarhaneci Suat Özkan hakkında da vergi kaçakçılığı haberleri yazdım. Daha

sonra 1999 yılında Devlet Bakanı Cavit Çağlar’ın sahibi olduğu İnterbank ile ilgili yolsuzluk haberleri yaptım. 2000 yılında ise Türkiye’nin en büyük hayali ihracat ve vergi kaçakçılığı skandalı olan Orhan Aslıtürk’ün yasadışı organizasyonunu yazdım.


Adı hayali ihracata karışan işadamlarından Faruk Süren bir rekor olan 5 trilyon o günün dolar kuruyla 10 milyon dolarlık tazminat davası açtı. 2000-2002 yılları arasında gerçekleştirilen birçok yolsuzluk operasyonu hakkında birçok haber yazdım. 2001 yılında Türkiye’nin yolsuzluk tarihi ve güncel yolsuzluk olaylarını anlattığım “Tepeden Tırnağa Yolsuzluk”(Metis Yayınları) kitabını yayınladım.

2002 yılında da hayali ihracatçı Orhan Aslıtürk’ün döneminin ANAP-DSP-MHP koalisyon hükümetine uzanan yolsuzluğunu “Naylon Holding”(OM Yayınları) kitaplaştırdım.


2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçilmesiyle kurulan Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu hakkında haberler yazdım. 2003 yılında AKP hükümetinin yürüttüğü Uzan ailesi hakkındaki yolsuzluk operasyonunu takip ettim. 2004 yılında bu haberimi “Uzan’lar Bir Korku İmparatorluğunun Çöküşü” adıyla kitaplaştırdım. Daha sonra TBMM Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu raporu hakkında haberler yazdım.


Alaattin Çakıcı ve Türkbank yolsuzluğunu “Kod adı Atilla”(Güncel Yayıncılık) kitaplaştırdım.


Uzanlar kitabı konusunda yazdığımı dosyada bulunan ve benim telefonlarımın dinlenmesine temel olan 06.05.2009 tarihli M. YILMAZ sahte ismiyle polise gönderilen e-postadaki sözde iddianın aksine, Hanefi

Avcı’dan değil Uzan Operasyonun İstanbul’da yöneten Emniyet Müdür Yardımcısı Ş. A ve Mali Şube Müdürü M. A.’nın önemli yardımlarıyla yazdım.


“Kod adı Atilla” isimli kitap konusunda da en fazla yardımı Türkbank Araştırma Komisyonu Başkanlığı’ndan aldım. Bu arada birçok yolsuzluk haberi yaptım. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın yolsuzluklarını anlatan “Kemal Abi” kitabını yayınladım. Ardından El Kaide Finansörü olan Yasil El Kadı ile ilgili “Hayırsever Terörist” kitabını yayınladım. Ayrıca 2004-2010 arası banka hortumlamaları konusunda sayısız haber yazdım.


Kendi hakkımda bu detayları vermemin nedeni herhangi bir siyasi düşünceye karşı olma gibi saikle habercilik yapmadığımı anlatmaktadır. Herhangi bir siyasi partiye yakın olma ya da uzak olma düşüncesiyle değil, tamamen halkın bilgi alma hakkına saygım çerçevesinde gazetecilik yaptım.


Gazeteci olarak mağdurun kökeni ya da görevi gibi ayrıntılarla ilgilenmediğim gibi araştırdığım kişiler hakkında da bu tür ayrımları dikkate almadım. Benim için önemli olan gerçeklerdir, olgulardır, okurun gerçekleri öğrenme hakkıdır.


Yolsuzluk haberlerini de yolsuzluğu kimin yaptığına göre yapmadım. Bugünkü iktidar gibi geçmiş hükümetlerin yolsuzluklarını yazdım. Öte yandan yolsuzluğa karşı kim mücadele ediyorsa onu da tarafsızca haberleştirdim.


Örneğin, bu hükümetin Uzan Operasyonunu, banka hortumcularına karşı mücadelesini de yazdım, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın adının karıştığı hayali ihracat ve vergi kaçakçılığını da yazdım.


GAZETECİ /YAZAR NEDİM ŞENER VE ERGENEKON SORUŞTURMASI


Benim ismim ile Ergenekon adını aleni olarak yan yana getiren ilk isim, Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’tir.Ergenekon operasyonunu da yürüten Ramazan Akyürek, “ Dink cinayeti ve İstihbarat Yalanları “ isimli kitabım nedeniyle şikayeti üzerine İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan davada verdiği katılma dilekçesinde , “ benim kendisinin Ergenekon örgütüne hedef gösterdiğimi iddia etmiştir”.


O güne kadar hiç kimsenin dile getirmediği bu iddiayı , Ramazan Akyürek dilekçesinde yazmıştır (EK : 2 ) Ben de 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın duruşmasında ,” … bu polislerin Dink cinayetiyle

Ergenekon örgütü arasında ilişki olduğunu gizliyorlar.Oysa ben Dink cinayeti ile Ergenekon arasında bağlantı olduğunu belgeliyorum. Dolayısıyla olsa olsa ben kendini Ergenekon’a hedef göstermiş oluyorum.”

cevabını vermiştim.O gün Ramazan Akyürek’in neden benim adım ile Ergenekon adını yan yana getirdiğini anlayamamıştım. Şimdi anlıyorum…


Oysa bilindiği gibi Ergenekon soruşturması 12 Haziran 2007 günü Ümraniye’de bir evde el bombalarının bulunmasıyla başladı. 2008 yılı Ocak ayında da operasyonlar başlamıştır.


Ergenekon soruşturması kapsamındaki belgeler 1999 yılına kadar dayanmaktadır. Belgelerin bulunduğu Tuncay Güney 2001 yılında polis tarafından sorgulanmıştır.


Ne bu belgelerde ne 2001 tarihli Tuncay Güney sorgusunda ne de Ergenekon soruşturması kapsamında hiçbir şekilde adım geçmemiştir. Gözaltına alındığım 3 Mart 2011 gününe kadar bu konuda hiçbir hukuki işleme tabi tutulmadım, ifadem alınmadı soruşturma geçirmedim.


Ancak tutuklandığım 6 Mart 2011 günü Savcılık sorgusunda,hakkımda 6 Mayıs 2009 günü İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhaberat Müdürlüğü’ne M.YILMAZ adıyla kimliği bilinmeyen bir kişinin gönderdiği e-posta

nedeniyle telefon dinleme kararı alındığı öğrendim.


Bugüne kadar kim olduğu hakkında bilgi sahibi olmadığım ve soruşturma makamlarının da merak etmediği M.YILMAZ ismiyle gönderilen e-postanın içeriğinin gerçekdışı olduğu bilinmesine rağmen İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nin başvurusu üzerine İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi cep ve ev telefonum hakkında dinleme kararı vermiştir.


E-postanın içeriğinin iftira ve yalan olduğunu en iyi bilecek kurum İstanbul Emniyet Müdürlüğü’dür. Çünkü e-postada Uzan operasyonunun Ergenekon talimatıyla yapıldığını belirtilmektedir. Oysa Uzan Operasyonu

AKP hükümetinin bir kararı ve İstanbul Emniyeti’nin yürüttüğü bir çalışmaydı.


Ayrıca e-postada Açık Toplum Vakfı ile yaptığım çalışmaları da Ergenekon faaliyeti gibi göstererek akıldışı bir iftira atılmıştır. Tamamı yalandır.


Cep ve ev telefonum şu mahkeme kararları ile dinlenmiştir ;


22.05.2009 14. Ağır Ceza Mahkemesi 3 aylık dinleme kararı.


Soruşturma No: 2008 / 1692


20.08.2009 13. Ağır Ceza Mahkemesi 3 aylık uzatma kararı.


Soruşturma No: 2008 / 1756


24.02.2011 13. Ağır Ceza Mahkemesi 3 aylık dinleme kararı.


Soruşturma No: 2010 / 857


Yasa gereği 3 aylık 2 dinleme ardından 1 aylık uzatma kararı alınabilirken benim telefonlarım yasaya aykırı olarak 3’üncü kez 3 aylık dinlemeye alınmıştır.


20 Ağustos 2009 tarihinde 2008 / 1756 sayılı soruşturma kapsamında yapılan dinleme 22 Kasım 2009’da bitmiştir. Bu durumda dinlemenin kesilmesiyle ilgili kararların dosyada bulunması gerekirdi. Ancak bu belgeler dosyada yer almamaktadır. (Dosyaya celbini talep ediyorum)


14 Şubat 2011 günü gerçekleştirilen Oda TV baskını sırasında bir bilgisayarda bulunan “word” dokümanlarında “Nedim” adı geçiyor diye


24 Şubat 2011 günü, 2010 / 857 sayılı soruşturma kapsamında, cep telefonum ve ev telefonum dinlemeye alındı ve 3 Mart 2011 günü ise gözaltına alındım.


Hakkımdaki temel suçlama ,Hanefi Avcı ve Ahmet Şık’ın yazdığı kitaplar konusunda bu kişileri yönlendirmek ve bu kitapların yazımına katkı yapmak’tır.


Ancak ne bu kişileri yönlendirdiğime dair tek bir delil, ne Soner Yalçın’dan bu talimatları aldığıma dair tek bir delil ne de herhangi bir katkım olduğuna dair dosyada tek bir delil yoktur.


Modern hukukta kişilere işledikleri suçlara ilişkin deliller ortaya konur ve savunması beklenir. Ancak burada benden bu kitapları yazmadığımı ispatlamam yani iddianamenin bakışıyla olumsuz bir durumu ispatlamam

isteniyor. Yani yıllar sonra “ispat hakkı” geri dönmüş oluyor.


Mahkemeler delillerin toplandığı değil delillerin değerlendirildiği yerdir. Savcılık aleyhte olduğu gibi lehe delilleri de toplamak ve mahkemeye sunmak zorundadır.


İddianame kapsamında yöneltilen suçlamalarla ilgili olarak dosyada benim lehime olan hiçbir delil ve ifade dikkate alınmamıştır. Savcılığın aleyhte olduğu gibi lehe olan delilleri de toplamak gibi bir sorumluluğu

bulunmaktadır. Bu tür bir çabanın olmadığı görülmekle birlikte, hiçbir fazladan çabaya gerek kalmadan dosyada bulunan lehe deliller iddianame hazırlanırken dikkate alınmamıştır.


Oysa dışarıdan ek bir delile veya tanığa gerek kalmadan ek klasördeki bilgi, belge ve ifadeler benim Hanefi Avcı’nın ve Ahmet Şık’ın kitabının yazılmasında katkımın ve rolümün olmadığını ortaya koymaktadır.


Hanefi Avcı’nın ve Ahmet Şık’ın ifadeleri yanında Avcı’nın kitabını basan yayınevinin dosyaya giren 61 nolu klasördeki belgelerde benim bu kitaba bir katkım olmadığını göstermektedir. Tersine bir delil bulunmadığı halde mevcut deliller iddia edilen fiillerin içinde bulunmadığımı göstermektedir. Mahkememizin bu delilleri dikkate almasını bekliyorum.


NEDİM ŞENER'İN H. SONER YALÇIN'DAN ALDIĞI TALİMAT İLE HANEFİ AVCI'YI YÖNLENDİRDİĞİ İDDİASINA KARŞI BEYANLARIM :


Soner Yalçın’ dan talimat aldığım iddiası ve aldığım talimat ile Hanefi Avcı’ yı yönlendirdiğim iddiası tamamen asılsız, delilsiz bir varsayımdır. Gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur. Zaten iddianamenin bizzat kendisi bu iddiayı çürütmektedir.


İddianamenin 96. sayfasının 12. satırında “…Hanefi Avcı’ ya ‘HALİÇTE YAŞAYAN SİMONLAR’ isimli kitabın yazdırıldığı anlaşılmıştır.” denilmektedir.


Yine 96. sayfanın 36. satırında, “dolayısıyla tespit edilen bu çelişkiler kitabın ikinci bölümünün Hanefi Avcı tarafından kaleme alınmadığını …. ortaya koymaktadır.” denilmektedir.


Yine 96. sayfanın 48. satırında “Hanefi Avcı’ nın… Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün talimat ve yönlendirmeleri ile “HALİÇTE YAŞAYAN SİMONLAR” isimli kitabı yazdığı, kitapta sanık Doğu Perinçek’ in etkisi ve yönlendirmelerinin olduğu...” denilmektedir.


İddianamenin 97. sayfasında, “Hanefi Avcı’ nın, Hüseyin Soner Yalçın’ nın talimatı ve Nedim Şener’ in yönlendirmesi doğrultusunda hareket ettiği ve 12 Eylül Referandumu öncesi ülke gündemini etkilemeyi veya yönlendirmeyi amaçladığı anlaşılmıştır.”


Yine soruşturmayı yapan Emniyet Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’ nin Savcılığa yazdığı iki arama talebini içeren 2 Mart 2011 tarih ve 2011/54 suç no’lu evrakta, “ Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın Hanefi Avcı ‘nın Haliçte Yaşayan Simonlar kitabının yazılmasında GÖREV aldıklarının tespit edildiği, 12.3.20011 günlü Tespit tutanağında ise Nedim Şener’in KATKISININ OLABİLECEĞİ, 21.7.2011 günlü tutanakta ise

YÖNLENDİRDİĞİ ileri sürülmüştür.


BU ÇELİŞİK TESPİTLER hakkımdaki SUÇLANMAMA NASIL GEREKÇE OLABİLİR ? Ancak bu temelsiz gerekçeler hakkımdaki suçlamanın tek dayanağıdır.


İddianamenin Hanefi Avcı ile ilgili bölümünde sayfa 95’ te, “kitap yayınlandıktan sonra Nedim Şener’ in yazılarına… bakıldığında Hanife Avcı’ nın dürüstlüğünü ve güvenilirliğini ön plana çıkaran ve ayrıca kitabın reklamını yapan yayınlar yapıldığı, dolayısıyla söz konusu yazılı hususun da yerine getirildiği anlaşılmıştır.” denilmekte ve benim Posta Gazetesinde yayınlanan üç yazıma delil olarak yer verilmiştir.


Yazılardan birisi Avcı ile söyleşidir, diğeri Eskişehir’ deki makamında yapılan aramada bulunan ses kasetleri ile ilgili yazıdır.


Övme olarak nitelendiriliyor ise olsa olsa “Hanefi Avcı polislik mesleğinin vicdanıdır” başlıklı yazıdır. O yazım tamamen şahsi gözlemlerim ve kitabı ile ilgili kişisel yorumlarımdır. Kimsenin talimatı ve yönlendirmesi söz konusu değildir. Eğer “Hanefi Avcı’ yı övmek” gibi bir suç yaratılmak isteniyorsa benden önce yargılanması gereken çok sayıda gazeteci vardır. Ama ben size burada birkaç yazardan örnek vereceğim ;


Birincisi iddianamenin müştekisi Nazlı Ilıcak. Ilıcak, 23 Ağustos 2010 tarihinde Sabah Gazetesindeki köşesinde Hanefi Avcı’ yı şöyle tanımlıyor:


“…Hanefi Avcı, dürüst bir emniyet mensubu. Askerin siyasete müdahalesine, 28 Şubat gibi gelişmelere, Susurlukvari yapılanmalara ve haklı yönlendirmeyi amaçlayan psikolojik harekata karşı. Dindar, hatta bu yüzden zaman zaman “Fettullahçı” dahi sayılmıştı…”


Yeni Şafak Gazetesinden Ali Bayramoğlu; hem de Hanefi Avcı Devrimci Karargahı Örgütüne yardım ettiği iddiasıyla tutuklandığı tarihte 29 Eylül 2010 günü şunları yazmıştı köşesinde:


“Mesleğinin 30’u aşkın yılını emniyet içinde belli bir ‘tutarlılık ve dürüstlük’ seviyesinde geçirmiş, emniyetin yaşayan efsanelerinden birisi olarak kabul görmüş bir polis hakkında ortaya atılan sol terör örgüt ilişkisi iddiası veya iması zihinlerde temizlik girişimine isabet eder…”


22 Temmuz Seçimleri öncesi Edirne’ ye giden Zaman Gazetesi yazarı Mümtazer Türköne ise Hanefi Avcı hakkında şunları yazdı :


“ …Ellerine alacakları silahla bu ülkenin güvenliğini sağlama görevi üstlenecek Polis Akademisi ve Harp Okulu öğrencileri aradıkları ‘Kahraman’ modeli için Hanefi Avcı’ nın kişiliğine ve hayatına eğilmeli. Bu ülkede onurlu ve güvenli bir hayat arayan Kürt vatandaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ ni Hanefi Avcı gibi görmeli. Suç işlemeyi aklından geçirenler Hanefi Avcı’ nın yer aldığı kabuslarla uyanmalı.





Hanefi Avcı’ nın Diyarbakır’da devam eden dava için geçen ay tanık sıfatıyla verdiği ifadeyi, pergelin sabit ucu olarak görmek lazım. 1984 ‘ ten 1992 ‘ ye kadar tam 8 yıl Diyarbakır’ da İstihbarat Şube Müdürü olarak görev yapan Avcı, sadece birkaç olayı ve faili meçhul cinayeti değil, kirli bir dönemi aydınlatıyor. Hanefi Avcı’ nın kariyeri ve kendini riske atarak yaptıkları, bize bahsettiğim modeli anlatıyor. Karşımızda bir kanun adamı var. Namuslu insanlarda çok az rastlanan bir meziyet var: Cesaret…


Ergenekon’ da yargılananlarla Hanefi Avcı’ yı karşı iki kutba yerleştirmek lazım. Özellikle Hanefi Avcı ile aynı işi yapanları…”


Görüldüğü gibi kitabının yayınlanmasından sonra Hanefi Avcı hakkında yazan ne ilk ne son gazeteciyim.


İddianamenin 104'üncü sayfasında yer alan hakkımdaki temel suçlamaya gelecek olursak ;


“Ayrıntılarıyla sunulan bütün bilgi ve belgelerdeki delillere göre şüpheli Nedim Şener'in, Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün amaç ve hedeflerine uygun olarak, dava sürecini olumsuz etkilemek ve yönlendirmek amacıyla, örgütün güncel medya stratejisini ortaya koyan 'Ulusal Medya 2010 dokümanında belirtilen

stratejiler doğrultusunda Hanefi Avcı ismiyle yayınlanan 'Haliçte Yaşayan Simonlar' isimli kitabın yazılmasında ve Sabri Uzun adıyla yayınlanması planlanan 'İmamın Ordusu' isimli örgüt dokümanın hazırlanmasında görev almıştır. Bu süreçte Nedim Şener'in, Hüseyin Soner Yalçın'ın talimatı ile Hanefi

Avcı ve Ahmet Şık'ı yönlendirdiği belirlenmiştir.”


Burada da görüleceği gibi benim her iki kitabı ya da birini veya bir bölümünü "yazdığı" şeklinde bir iddiada bulunulmuyor. Temel suçlama , H. Soner Yalçın'ın talimatıyla Hanefi Avcı ve Ahmet Şık'ı “yönlendirmektir”.


Bu kapsamda TCK’nun 220/7 maddesine göre “üye olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek suç işlemek amacıyla kurulan örgüte yardım etmek ” ile suçlanıyorum. Öncelikle belirtmek isterim ki Ergenekon isminde bir örgütün olup olmadığı halen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde süren yargılama ile karara bağlanacak ve Yargıtay kararıyla kesinleşecektir.Halen Ergenekon Terör örgütü denilmemesi için yayın yasağı vardır.


Henüz olup olmadığı kesinleşmeyen ve Mahkemesinin dahi “iddia olunan Ergenekon Terör Örgütü” şeklinde tanımladığı bir örgüte “bilerek ve isteyerek” nasıl yardım ve yataklık etmiş olabilirim ? Bu konudaki suçlama tamamen Soyuttur,DAYANAKSIZDIR. “Yardım ve yataklık”, kitap yazımı konusunda H. Avcı ve A. Şık’ı “yönlendirmek” şeklinde nitelendirilmiştir.


"Yönlendirme" konusunda temel delil olarak "Soner" isimli kullanıcı adı olan ve H. Soner Yalçın'ın sahibi Odatv isimli internet sitesindeki bir bilgisayarda ele geçirilen "Hanefi", "Nedim" ve "Sabri Uzun" isimli "word" dokümanlardır.


Soner Yalçın'ın ifadesinde kendisinin hazırlamadığını ve bilgisinin olmadığını söylediği söz konusu dokümanlardaki talimatlardan benim de hiçbir zaman bilgim olmamıştır.


Bu belgelerde "Nedim" olarak geçen ismin ben olmadığımı ısrarla belirtmeme rağmen, H. Soner Yalçın'ın mahkeme ifadesinde "Nedim şeklinde adı geçen kişi Nedim Şener olabilir" şeklindeki sözleri yeterli görülmüş ve Savcılık tarafından konu iddianameye dahil edilmiştir.


Ben, Soner Yalçın'ın söz konusu ifadesinden haberdar olduktan sonra Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı'na "iftira" gerekçesiyle şikayette bulundum. Suç duyurusu üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 29.03.2011 tarihinde 2011/3271 kararı no, 2011/12781 soruşturma no ile Soner Yalçın hakkındaki “Soner Yalçın ifadesinde, sahibi olduğu haber sitesine ait işyerindeki bilgisayarda elde edildiği söylenen belge ve dokümanın kendisi ile ilgisinin olmadığı, belgede adı geçen isimlere ilişkin olarak tahmini yanıtlar verdiği “gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.


İfadelerimde ve kamuoyuna yansıyan açıklamalarında ısrarla H. Soner Yalçın'ı tanımadığımı söyledim.Soner Yalçın da Nedim Şener'i tanımadığını söylemiştir.


İddianamede benim ile Soner Yalçın arasında 21. 10. 2009 günü gerçekleşen ve içeriği bir gazete haberi olan telefon görüşmesi "tanıma" olarak belirtilmektedir. Bir muhabir olarak 1 gün içerisinde 30 ile 50 arasında telefon görüşmesi yaparım. Hafta sonlarını çıkarttığımızda mesai günleri hesaplanarak bir yıl içinde 7 bin ile 10 bin telefon görüşmesi demektir. 20 yıldır gazetecilik süresince bu telefon konuşma sayısı 100 binlerle ifade edilebilir.


Bu süre zarfında yüzlerini bile görmediği her meslek grubundan binlerce insanla konuştum. Dolayısıyla o insanlar gibi Soner Yalçın'la da ilişkim iki adet telefon konuşmasından ibarettir.


Bu telefon konuşması dışında benimle hiçbir iletişim bağı / teması olmayan Soner Yalçın'ın bana talimat verdiği iddiası temelsizdir.


Soner Yalçın ile 21. 10. 2009 tarihinde yapılan telefon görüşmesi, Oda tv'de ele geçen "Ulusal Medya 2010" adı verilen ve 28. 09. 2010 olarak tarihlenen strateji belgesi kapsamında değerlendirilmektedir. 2010 tarihli bir belge ile 2009 yılında haber konulu bir konuşmanın ilişkilendirilmesi mantıklı değildir.


Benim ile Odatv ilişkisine örnek bir başka telefon konuşması 16. 09. 2009 tarihinde Barış Terkoğlu'nun araması üzerine gerçekleşen görüşmedir. Bu konuşmanın içeriğinde de anlaşılacağı gibi benim ile Odatv'ciler, Terkoğlu ve Yalçın ile tanışmadığımız anlaşılmaktadır. Dolayısıyla iddianamede "talimat

olacak kadar yakın" gibi gösterilmeye benim Odatv sahibi ve çalışanları ile hiçbir ilişkim yoktur.


Bu durum Nedim Şener'in, Soner Yalçın'dan talimat aldığı iddiasını da çürütmektedir.


Öte yandan benim Soner Yalçın'ın talimatıyla yönlendirdiğim iddia edilen Ahmet Şık ve Hanefi Avcı da , bu iddiaları ifade ve açıklamalarında reddetmişlerdir.


Hem Avcı hem de Şık Savcılık ve Mahkeme sorgularında yazdıkları kitaplar konusunda benim bir yönlendirmem ve katkım olmadığını da beyan etmişlerdir. Zaten dosyanın tamamında benim Avcı ve Şık'ı

yönlendirdiğime dair tek bir delil, telefon konuşması, mesaj, belge vb. şey yoktur.


Hanefi Avcı ile 2009 yılına ilişkin yapılan telefon görüşmeleri 2010 yılı Ağustos ayında yayınlanan bir kitaba ilişkin olarak H. Avcı ile benim aramda ilişkiye delil olarak sunulmaktadır.


Ben, Hanefi Avcı’ yı 2004 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin ilk yolsuzluk operasyonları nedeniyle tanıdım.


Edirne Emniyet Müdürü olduktan sonra da haber amaçlı olarak Hanefi Avcı ile birçok görüşme yaptım. Ancak bunların hiçbirisi "örgütsel bir ilişki amaçlı ve içerikli değildir.


Yıllarca emniyette üst düzeyde görev yapmış olan Hanefi Avcı ile görüşen herkes hakkında “örgütsel ilişki" nitelemesi yapılacak olursa, özellikle birçok yazarlar, yayın yönetmenleri, haber müdürleri ve muhabirleri hapse atmak gerekir.


Dolayısıyla benim ile H. Avcı arasındaki ilişki gazeteci-haber kaynağı ilişkisinin ilerisinde değildir.


Oysa hiçbir dayanağı olmadığı halde , H. Avcı ile 2009 yılında yaptığım telefon görüşmeleri iddianamede “Hanefi Avcı ile “bağlantı” şeklinde yorumlanmıştır. Hanefi Avcı ile “bağlantı” olacak şekilde bir ilişkim olmamıştır. Kendisiyle iddianamede yer verilen telefon görüşmeleri öncesinde ve sonrasında birçok

telefon görüşmem olmuş bunların bir kısmı fotoğraflı haber olarak yayınlanmıştır. Örneğin Edirne Emniyet Müdürü iken gümrük yolsuzluğu operasyonu yapan Avcı ile röportaj yaptım bu görüşme fotoğraflı olarak Milliyet Gazetesi’nde yayınlandı. Yine kendisiyle yaptığım telefon görüşmesi sonucunda “Ben yaparım o yapmaz” şeklindeki manşet haberi yayınlanmıştır. Ayrıca kendisinin yazdığı kitap nedeniyle yaptığım röportaj 26 Ağustos 2010 günü Milliyet Gazetesi’nde yayınlanmıştır.


Savcılık, internetten açık kaynaklardan ulaşabileceği bu bilgilere İddianamede yer vermemiştir. Yer vermiş olsa idi H. Avcı ile ilişkimin “bağlantı” değil, haber kaynağı-gazeteci ilişkisi olduğu sonucuna kendiliğinden ulaşmış olacaktı. Oysa yalnızca iki telefon görüşmesine yer vererek H. Avcı ile ilişkinin zorlama bir yorumla “bağlantı” şeklinde algılatılmaya çalışılmıştır.


Buradan yola çıkarak tekrar belirtmek isterim ki ben kimseden talimat almadım, kimseye talimat da vermedim. Hiç kimseye bir başkasının talimatını aktarmadım. Hanefi Avcı ile haber dışında başka hiçbir ilişkim olmadı. Bunun aksine tek bir somut delil de yoktur.


ODATV'DE ELE GEÇEN DÖKÜMANLAR VE NEDİM ŞENER :


I - Bana yönelik suçlamalara kaynaklık eden dokümanlardan birisi de Odatv'de ele geçen "Nedim" isimli "word" dokümanıdır. Teknik incelemede 09. 08. 2010 tarihinde oluşturulduğu iddia edilen "Nedim" isimli word belgesinde; "Nedim'in emniyet bağlantıları önemli, irtibatlarını devam ettirsin. Toygun'un gazete ile problemleri var, Nedim çözebilir mi?


Haber yayınlatamıyorsa biz neden değerlendirmiyoruz, Hanefi ve ekibini çok iyi tanıyor. Nedim ile Hanefi'nin Dink konusundaki görüş ayrılıkları gündem yapılmamalı, üzerinde durulursa savunmamız ve etkisini arttırmamız zor olabilir, Nedim bu konuda duyarlı olmalı, çok fazla Hanefi'nin üzerine gidilmemeli, ana gündemden kopup Hanefi'yi tartışılır hale getirmiş oluruz" şeklinde notların yazılı olduğu tespit edilmiştir.


Dokümanın içeriğine bakıldığında şu sonuçlara varmak mümkün ;


1- Bu dokümanda geçen "Nedim" isminin ben olduğuma dair bir delil yoktur.


2- Belgenin içeriğinde bir başka tutarsızlık göze çarpmaktadır. Toygun isimli birisinden söz edilmekte ve bu kişinin gazete ile ilgili problemlerinin çözümü konusunda Nedim isimli kişinin devreye girmesi önerilmektedir.


"Toygun" adının birisinin kod adı mı yoksa gerçekten bir gazetede çalışan Toygun adındaki bir kişiyi mi anlatmaktadır. Bu açık değil. Dolayısı ile ben yalnız "Toygun" adında birini tanımıyorum.


3- Soruşturmanın diğer evraklarında Toygun isimli kişinin Hürriyet Gazetesi'nde görevli muhabir Toygun Atilla olduğu iddiası gündeme gelmiştir.


Eğer Toygun isimli kişiyle Toygun Atilla kastediliyorsa ve çalıştığı Hürriyet Gazetesi'yle problemleri varsa çözümüne Milliyet'te muhabir olarak görev yapan Nedim Şener değil, Hürriyet Gazetesi yazarı talimatı hazırladığı iddia edilen H. Soner Yalçın'ın bizzat kendisi yardımcı olabilecek konumdadır.


Dolayısıyla böyle bir talimatın gerçek olamayacağı açıktır.


4- "Nedim. doc" adlı dokümanda "Nedim'i kullanalım." cümlesi ise tamamen gerçek dışıdır. Nedim Şener ne kendisini kullandırır ne başkasını kullanır.


Nedim Şener, 20 yıllık gazetecilik hayatında bırakın bir örgütü, kendi imzasını koymayacağı hiç bir kitap çalışmasının içinde yer almaz.


II - ODATV'DE ELE GEÇEN "Hanefi.doc" ve "Nedim.doc" İSİMLİ WORD DÖKÜMANLARININ İÇERİK DEĞERLENDİRİLMESİ :


Soner isimli kullanıcı tarafından bilgisayarda 12. 07. 2010 tarihinde oluşturulduğu iddia edilen "Hanefi" isimli word belgesinde; "Hanefi'nin kitabı ne durumda, referandum öncesi yetiştirilmeli. Nedim'i sıkıştırın hızlandırsın..." Referandum sürecinde Cemaati yıpratmalı ve kamuoyu üzerinde güvenirliliğini azaltmalı; Hanefi kullanılmalı. Böyle bir şeyi kendini ortaya koyarak teklif etmesi önemli. Avcı ile direkt görüşmeyelim, Nedim'i ve Cumhur'u kullanalım" yazdığı tespit edilmiştir.


Öncelikle şunu belirtmem gerekir;


1- "Hanefi" isimli belgede geçen "Nedim" adının Nedim Şener olduğuna dair bir delil yoktur.


2- Bu dokümanın içeriğinde talimat denilen konuların Nedim Şener'e ulaştığına ve Nedim Şener'in sözü geçen konularda çalışma yaptığına dair tek bir delil, telefon konuşması, mesaj yoktur. Hanefi dokümanı dışında öne sürülen başka da bir delil yoktur.


3- Hanefi isimli dokümanın içeriğine bakıldığında ise "Hanefi kullanılmalı. Böyle bir şeyi kendini ortaya koyarak teklif etmesi önemli..." denilmektedir.


Bir an için bu dokümanı doğru olduğu kabul edilse, kendisi(Hanefi Avcı) adını ortaya koyarak böyle bir şeyi(Kitap) teklif eden birisini , başka birisinin yönlendirmesine gerek olmadığı açıkça görülmektedir.


Ayrıca gerçek olarak kabul ediliyorsa, H. Avcı ile Soner Yalçın doğrudan görüşüyor. Çünkü iddiaya göre talimatı yazan H. Soner Yalçın , bunu "(Hanefi. Avcı'nın) böyle bir şeyi kendini ortaya koyarak teklif etmesi önemli..." şeklinde ifade ederek bu teklifi kendisinin aldığını da anlatmış oluyor.


İddiaya göre talimatı yazanlarla görüşebilen birisinin(H. Avcı) yönlendirme amaçlı bir aracı (Nedim Şener’i) kullanması ise maddi gerçeklere aykırı bir durumdur.


4- Hanefi.doc isimli dokümanın oluşturulma tarihi 12 Temmuz 2010 olarak veriliyor. Ne o tarihten önce ne de sonra H. Avcı ile dokümanda geçen içerikte bir görüşme yapılmamıştır.


5- Ben, H. Avcı'nın, kitap yazdığından kitap yayınlanana kadar haberdar olmadım. Yayınevi'nin gönderdiği kitap 19 Ağustos 2010 günü akşama doğru Posta Gazetesin’deki adrese ulaşmıştır. Hızlı bir okumam ve göz atmam sonrası Milliyet Gazetesi'nde kitap ile ilgili haberi hazırladıktan sonra, şefinin okuması, haber merkezi ve yazı işleri redaksiyonunun ardından belirlenen başlıklarla söz konusu haber, 20 Ağustos 2010 günü Milliyet'te yayınlanmıştır. Söz konusu kitap, aynı tarihte Vatan ve Hürriyet Gazetesi’nde haber olarak yayınlanmıştır.


Hanefi Avcı da gerek tutuklanmadan önce yaptığı açıklamalarda gerek Savcılık ve Mahkeme ifadeleri ile verdiği dilekçelerinde ,kitap konusunda benim hiçbir katkımın olmadığını söylemiştir.


6- Dokümanda, "Hanefi'nin Dink konusundaki görüş ayrıcalıkları gündem yapılmamalı, üzerinde durulursa, savunmamız ve etkisini arttırmamız zor olabilir, Nedim bu konuda duyarlı olmalı..." denilmektedir.


“Hanefi” adlı doküman, 12 Temmuz 2010 tarihinde oluşturulmuş. Bu şekilde bir içeriğin, yaşanan gerçeklerle ilgisi yoktur.


Bu dokümanın, kitap yayınlandıktan yani 19 Ağustos 2010 tarihinden sonraki dönemi kapsadığını varsayarak, talimat içeriğinin Nedim Şener'in gazetelere verdiği röportaj ve TV programlarında "Hanefi Avcı'nın kitabında Dink cinayeti konusunda yanlış bir tespitte bulunduğunu, bunu bazı meslektaşlarını

korumak amacıyla yapmış olabileceğini ,hatta Avcı'nın Dink konusunda "Dink cinayeti aydınlanmıştır" şeklinde bir tespiti hakkında bilgisi olması halinde buna hukuken engel olurdum" şeklinde röportaj verdiği gerçeği ile taban tabana zıttır.(EK: 3 Akşam Gazetesi haberi)


Nedim Şener'in, Dink cinayeti konusunda Hanefi. Avcı'ya yönelik eleştirileri dikkate alındığında söz konusu dokümanda talimat olduğu ifade edilen yazıların geçerli olmadığı ve Nedim Şener'in bu tür talimat almadığını göstermektedir.


“ERGENEKON BELGELERİNDE FETHULLAH GÜLEN VE CEMAAT’ KİTABININ TASLAĞI OLDUĞU İDDİA EDİLEN “WORD” METNİN ODATV’NİN BİLGİSAYARINDA BULUNDUĞU İDDİASINA KARŞI BEYANLARIM :


“Ergenekon belgelerinde Fethullah Gülen ve Cemaat” kitabının Odatv’deki bir bilgisayarda taslak halinin bulunması hakkında hiçbir dahilim yoktur. Bu kitabı çok büyük bir ölçüde iddia olunan Ergenekon Örgütü ile ilgili açılmış olan davaların iddianamesine ait ek klasörlerdeki belgelerden oluşturdum.


Kaynak: http://www.focushaber.com/nedim-sener-in-savunmasinin-tam-metni-yh-101164.html

Post a Comment

0 Comments